30 Aralık 2014 Salı

Karsini'den Hışkdar'a "Abbas Ağa"


Doğup büyüdüğümüz, çocukluğumuzun , gençliğimizin  geçtiği yer hakkında çoğu zaman hiç bir bilgiye sahip olmuyoruz. Ancak kuşaktan kuşağa bazende değişime uğratılarak aktarılan bilgilerle yetiniyoruz. Bu aktarımlar bir yerde son buluyor, tekrarlanmiyor ve tüm bilgiler sır olup tamamen yok oluyor.
Arada bir zaman geçiyor, akabinde eğitimli geçmişine meraklı bir kuşak yetişiyor, tarihini merak ediyor olayların peşine düşüyor,  bilgi ve birikim barındıran kuşaklarin var olan bilgilerle beraber toprağa gömüldüğünden dolayi geride hiç bir ip ucu kalmiyor. Tamamen yok olan bilgilerin ardından , yazili bir belge bulmadan bir tarih yazmaya kalktığinizdan yazacağiniz tarih, tarihçe tamamen kurgudan ibaret olmuş oluyor. Kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü tarihin ne kadar değişime uğrarsa uğrasin gerçek payinin  büyük olduğuna  inanlardanim. Tabiki maksatli olarak çarpitanlar hariç...

Bu kısa girişten sonra bu yazımla Karsini köyünü ele alacağim; bu köy hangi tarihlerde inşa edildi , ilk yerleşimcileri kimlerdir, köyün ismi nerden geliyor.
Köy hakında bilgi aktarırken, elbette elimde kesin bir kanit yoktur sadece kadın bağıyla akraba oldukları Lek kanadından aktarılan bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Karsini köyü ve Abbas ağa hakında yazarken olmazsa olmazı kardeş köy olan Hışkıdar köyünü baz alarak açıklamak zorundayim. Çünkü elimde tek yazılı kaynak Hışkıdar köyü ile ilgilidir. Bu yazılı belgenin tarihinden yola çıkarak ve aktarılan sözlü tarih ile destekliyerek , ancak Karsini köyünün inşa tarihini ve ilk yerleşimcilerini tahmin ede biliriz.

Bu yazim tatmin edici olmasa da, bu konuda hikaye şeklinde bize anlatılanlardan edindiğim bilgi , bir sır olarak bende kalsın istemiyorum. Eksik yanlış bilgi varsa da bu aile bireyleri beni bağişlasinlar ve doğru bulduklarini kabul edecekleri gibi yanlış gördüklerini ise düzeltmeye gayret etsinler.

Konuyu iyi kavramak bakımından, bölge tarihine kısaca değinmekte yarar var diye düşünüyorum.

Mezopotamya coğrafyasında birçok Hanlık, Prenslik ve Beyliğin kurulduğu bilinmektedir. Abbasi devletinin son  dönemlerinden itibaren  Süweydi beylerinin kurup babadan oğula geçmek koşulluyla yönettikleri yari bağımsız Çapakçur (Bingöl) Kürt beyliği de bu beyliklerden biridir. Bu beylik 1750 li yılara kadar tamamen, 1750 den sonra 1870 li yılara kadar da kısmen Süweydi beylerinin hakimiyetinde olup en uzun ömürlü Kürt beyliklerinden biridir. 1750 li yılardan sonra Osmanlı padişahları hileli siyaset  yürüterek Kürt beyliklerini ortadan kaldırma girişimleri vardir. Dolayisiyla Çapakçur beyliği küçük parçalara bölerek , Amid`de, Harputa, Bitlise, Erzurum ve Erzincana baglamişlardir. İyiden iyiye zayıflanan Çapakçur beyliği 1873 yilinda tamamen ortadan kaldirilmiştir. Beyliğin dağılmasına rağmen Süweydi beylerinden Isfahan beyin soyundan olanlar verimli toprakları elerinde tutmayi başarmişlardir. Bu toprak parçasından biri 1550 tarihininden tutulan osmanli Tahrir defterine göre Kuruca yaylaqi (yaylasi)dir Sancak bölgesinin bütün meralari bu yaylaya dahildir, ayriyeten Kuruca dağının kuzeyine uzanarak Karsini, Zelxıder, ordan doğuya kayarak Celebi yine celebinin kuzey batısına kayarak Müsrüm ordan da peri vadisini takip ederek Paş köyünü içine almaktadir. 1550 tahrir kayitlarina göre Sadece Kuruca yaylasi ve günümüzde Pamuklu köyü olarak bilinen Paş köyü ``Peri-Paş olarak geçmektedir ve bu topraklar Isfahan beyin mülkahatinda olduğunu beyan etmektedir. Bu tarihlerde Sancak bölgesinde hiç bir yerleşim yerinin ismine rastlanmamaktadir.

Osmanlı arşiv vesikalarina göre Çabakçur Emiri İsfahan bey 1 Mart 1549 yılında vefat etmiştir. Isfahan beyin ölümünden yaklaşık 50 yıl sonra yani 1600 yılında Isfahan beyin oğlu Sancak bölgesinde Lek köyünü inşa edip yerleşmiştir ve ordan elinde bulunduran geniş, verimli  topraklara sahip çıkıp yonetmişlerdir. Bu aile o bölgede Lek ağaları olarak nam yapmişlardir ve günümüzde de ayni  isimle taninmaktadirler.

Osmanli arşiv vesikalarinda kisa alıntılar aşağıya aktardıktan sonra söz konusu Karsini ve Abbas ağa konusuna devam edecegim.

Tabloda ismi geçen Göheriz günümüzde Çevrimpınar olarak degiştirilmiş isede halk arasında ``Göriz``(Goroz) olarak bilinmektedir. Çabakçur livasına bağlı olan bu nahiye , 1600 yılına kadar Isfahan beyin Lek köyüne yerleşen oğlu tarafından yönetilmekte olduğunu osmanlı arşiv vesikalariyla belgelidir.

         
Osmanlı arazi hukukunda Yaylak (Yayla).

Yazıdan da anlaşılacağı gibi, geniş bir coğrafyayi parselleyerek yayla olarak sürü sahiplerine „yağ, kuzu ve koyun karşılığında kiralayan toprak beyleri, yaylaciların  can ve mal güvenliğinden de sorumluluk üstlenmişlerdir. Yayla sakinlerine yönelik herhangi bir talan ve taciz vakası yaşandığından , toprak beyinin tayin ettiği asayiş ekipleri tarafindan derhal müdahale edilerek asayiş sağlanirdi...

Karsini  ve Abbas Ağa


Gerçek ismi Ulaş ağa, halk arasında ``UL`` olarak ifade edilmektedir. Dersim, Karsan bölgesinde 1710 ila 1780 yılarında yaşadiğini tahmin edilmektedir. İspatı olmamakla bereber 1770-80 yılarında karıştıkları bir olaydan dolayi, Ulaş ağa çocuklari ile  veya oğlu Abbas ağa   bazı akrabalari ile karsan bölgesinden göç etmek zorunda kalmişlardir.  Cinayet işleyip aileyi zor durumda birakan şahis Ulaş ağanın oğlu Abbas ağa olduğu rivayet olunmaktadir.

Abbas ağa bir kaç yakını ile önüne katıkları keçi sürüsü ile bölgeyi terk ederler. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça sık meşe ağaciyla kaplı bir derenin kenarına konaklarlar. Konakladıklari bu bölge gayet issiz ve herhangi bir yerleşim yeri bulunmamaktadir  ve Karsan bölgesinden yeterince uzaklaştiklarina inanarak, burda bir süre kalmaya karar verirler. Yerleştikleri bu cografya o tarihlerde Lek ağalarinin hakimiyetindedir. Ama bu toprak parçasi için Lek ağalari ile Kıği mirleri arasında büyük bir çekişme vardir, sürekli kıği mirlerinin talan, taciz ve hücümüne uğradiğindan dolayi, sürü sahipleri o bölgeyi kiralayip yayla olarak kulanmaktan kaçınırlar. Bu durum bölgenin issiz ve insansiz kalmasına neden olur. Belkide bu durum Abbas ağa ve yakinlarına yarar.

Bölgenin ıssızlığından yararlanarak, Abbas ağa ve yakınları meşe ağaclari keserek geçici bir barınak yapip günlük yaşamini sürdürürler. Bir hafta  kadar sonra, o bölgeye yaklaşan çobanlar, derenin yüz mettre kadar yukarısında ormanın olmadığı küçük bir tepenin düzlüğüne kurulmuş ağaçtan bir barınak ve sayisi oldukça çok bir   keçi sürüsünü görürler. Bu tuhaf durumu Lek ağalarına bildirirler.
Haber alindiktan sonra Lek beyi durumu inceleyip öğrenmek için iki adamini bolgeye gönderiyor.

Bir öğle vakti keçiler barınağın yanında yatarken, Abbas ağa ve adamları da barınak(Holık) da dinleniyorlar. Karşıdan iki atlının geldiğini fark ederler, bir süre gözlerler, görüş mesafesine girdiklerinde, Abbas ağa adamlarına sesleniyor – bu gelenler sıradan yolcu kişiler olmadıklarını  giyim ve kuşamlarında belli, hemen bir keçi kesip ateşte cevirin der!. Iki kişi keçi kesme işine girişirken, Abbas ağa ve diğeri de gelen atlıları karşiliyorlar.  Atlilar  selam verip atlarindan iniyorlar. Abbas ağa ve adamı büyük bir saygiyla gelen misafirleri barinağa davet edip yer gösterip oturturuyorlar.
Abbas ağa gelenlerın barındıkları topraklarla alakaları olduğunu tahmın eder.
Abbas ağa misafirlerden müsade isteyip dişari cikiyor. Keçi kesen adamlarına yaklaşiyor, - sakın keçinin kafasını gövdesinden ayirmayin, sadece boynuzları kırın, ağzından geriye doğru bir sırık geçirip közde çevirin der. Diğer iki adamı bu uygunsuz bir davranış olur diye itirazda bulunyorlarsada, Abbas ağa“hayır dediğimi yapın“ diyor.



Çevirip pişirme işi tamamlandıktan sonra, Abbas ağa sırığı cendekten çektikten sonra, pişmiş keçiyi büyük bir sini`nin içine yerleştiriyor parçalamasi için de yanına bir hançer koyduktan sonra, Siniyi alıp keçinin kafası misafirlerin önüne gelecek şekilde siniyi ortaya indiriyor. Ve sofraya buyrun sayin misafirler diye davet ediyor. Bu davranışa tanik olan misafirler, Abbas ağanın boş bir insan olmadığını, assil hanedan bir aileden geldiklerini anlarlar. Abbas ağanın bu taktikine davranış dili deniliyor, söz ile değil imalı davranışlarla karşıdakilere bir mesaj vermektir. Misafirlerin de ayni dille cevap verme zorunluğu doğuyor.
Misafirlerden biri bir an düşünüp yanlışa mahal birakmiyacak şekilde kafasında bir plan şekillendirdikten sonra; sinnide duran hançeri eline aliyor, sağ  kaburga üzerinde siniye yerleştirilen keçiyi sol kaburga üzerine çevirdikten sonra, sağ  kaburga etini ustaca kaburgadan ayıriyor. Kaburgadan ayırdigi et`ti altı parçaya böldükten sonra, hançerin ucunu bir parçaya batırarak, önce Abbas ağanın adamlarından başliyarak herkesin tabağına bir parça et bırakıyor, son ve zayif parçayi da kendi tabağına bıraktıktan sonra,  sağ  elinle sinninin ortasından tutup değirmen taşı  gibi yüz seksen derece çevirip, kafa kısmı  Abbas ağanın önüne gelecek şekilde bıraktıktan sonra geri çekilip duruyor. Bu davranış  da Abbas ağayi şaşırtiyor.

Soylu hanedan ailelerde bir adettir, misafir yameğe başlamadan ev sahibi başlamaz. Sofrada biri birine bakışiyorlar fakat misafirler bir türlü yemek yemege başlamiyorlar. Misafirler; ev sahiplerinden en genci olan Abbas ağanın çok zeki ve ailenin sözcülüğünü yaptığını  fark ederler.
Abbas ağa, sofranın başında bekleyen misafirlere dönüp „buyrun beyim bu sofra sizler için hazırlandı neden buyur muyorsunuz? Bir hatamiz mi oldu?.


Misafir: Abbas ağaya şu yaniti veriyor; - ''Kıyametin alametlerındendir; biri  yer biri bakarsa'' biz payımızı aldık, lütfen sinniyi kaldır gerideki çocuk ve bayanlara bırak , onlarda yemeye başlasınlar ki, yiyeceğimiz lokma boğazımızdan rahat geçsin.  Abbas ağa sinniyi kaldırıp barınağın kiler bölümüne bıraktıktan sonra sofraya geçip yemeklerini yiyorlar.

Yemekten sonra Abbas ağa soruyor, „beyim siz kalicimisiniz yoksa yolcu, bilmemiz gerekiyor. Neden?  geliş sebebi sorulmuyor cünkü kürd hanedanların bir geleneğidir, neden? Ve geliş sebebi ancak üçüncü gün soruluyor.

Abbas ağa hazırladığı sofranin ilginçliğinden dolayi, misafirler geliş sebeplerini açıklamaktan kaçıniyorlar ve Abbas ağaya şu yanıtı veriyorlar. - biz ayda Bir kaç   defa yaylakçileri ziyaret edip herhangi bir sorunlari olup olmadiğini soruyoruz. Sizleride burda fark edince, barindiğiniz bu topraklar da Lek beylerinin topraklari olduğu için, sizi de ziyaret gereği duyduk dedikten sonra, ordan ayrilip lek`e doğru yola çıkiyorlar.

Eve geldiklerinde Lek beyinin karşisina çıkıp bilgi vermek zorundadirler. O tarihlerde bölgede hüküm süren isfahan beyin torunlarından Qeyya (kaya) beydir ve yaşlılık dönemidir 60-65 yaşlarındadir, babası osmanlı devletine şehzade yetiştiren biridir, dolayisiyla kendisi zeki, eğitimli ve güçlü bir öngörüye sahiptir .

Adamları  karşısına çıkıp yaşayip  gördüklerini detayli bir şekilde Qeyya (kaya) beye aktariyorlar. Adamlarını dikatlica sonuna kadar dinledikten sonra, elini anlına dayayıp kısa  düşündükten sonra , başını kaldırıp adamlarına şu yanıtı veriyor. Sofranın size sunuşu şekliyle, şunu anlatmak istemişlerdir. 1 biz zor durumdayiz sizlere sığındık, bu bizim kellemiz ister Azad edin isterse calad. Bu davranışları da assil hanedan bir aileden geldiklerinin işaretidir. 2 „''ew kesana Kar-zanın, ``kar-zanın`` Kar-zan. Türkçesi ``Onlar işini bilenlerdir, iş bilen, iş bilen``. Sizin de en akılıca davranişiniz o hayvanın başını  koparmayişinizdir. Eğer ki o hayvanın başını koparıp bir kenara indirseydiniz, asla ve asla yanımda yeriniz olmazdi. Qeyya beg bu davranışlarından dolayi her iki adamını ödüllendiriyor...

Aktarilan rivayetlere göre, Qeyya beyin „Kar-zan“ kelimesinden dolayi o aileye „malè kar-zan`an“ denmeye başlanmiştir. Daha sonra „Kar-zan“ kelimesine bir harf degişikliği ve sonuna (i) harfi eklenerek ; Karsini şeklini almiştir. Yani Kar-zan Karsini şeklini alarak o yerleşim yerinin ismi olmuştur. Ikinci bir rivayet ise, aile Karsan bölgesinden geldiklerinden dolayi , Karsan kelimesi zamanla Karsini şekline dönüşmüştür. Tabiki bunlar anlatimlardan ibaret`tir, gerçek nedir bilemiyoruz.


                                  Abbas Ağa ve adamlarinin Lek ziyareti

Bu ziyarete değinmeden evvel, çok eskilere giderek bölgenin demografik yapısından söz etmekten  fayda ver diye düşünüyorum.

1500 yılarında asimile edilmiş çok sayida Çerkez kökenli aileler; Osmanlı padişahi tarafindan, Palo, Harput, Dersim ve Bingol arasında kalan Dep „Karakoçan bölgesine yerleştiriliyor. Bölgeye yerleşen çerkezler  asimile oldaklari gibi bölgenin yerli halkini yani kürtleri asimile amaciyla o bölgeye gönderiyorlar. Zamanla çerkezler yerli halki rahatsiz etmeye başliyorlar. Bu durum Palo beyi olan Cemşid bey`in hiç hoşuna gitmiyor. Bunun üzerine Cemşid bey çerkezleri kendi beylik topraklarının sınırlari dışına  sürüyor. Öbür yandan Çabakçur beyleri de çerkezlerin kendi beylik sınırlarına girmelerine izin vermiyorlar. Çerkezler Kıği'nin kuzeyinedeki dersim Erzincan sınırının birleştiği dağlık alana yerleşiyorlar. Osmanlı yönetimi Kürd beyliklerini ortadan kaldirmak niyetindedir. Dolayisiyla çerkezlerden özel eğitikleri bazı şahsiyetleri Erzincan ve Kıği yönetimine getiriyorlar. Bu iki yerleşime hakim olan çerkez kökenli türkler 1750li yıllarında çabakçur beyleri üzerinde büyük baskı unsuru oluyorlar. Buna karşı  çabakçur beyleri direniyor ve akabinde kavga gürültü başliyor. Çabakçur beylerine diş geçirmiyen Kıği mirleri, günümüzdeki derin devlet yapılanmasi gibi, çeteler kurup yasadışı faliyetlerde bulunuyorlar. Kurdukları çeteler eliyle özelikle Lek ağalari hakimiyetinde ki yaylacilari taciz ediyorlar ve mallarıni talan girişiminde bulunuyorlar. Amaçlari halki yıldırıp oralardan uzaklaştirmaktir. Lek ağaları ile kıği mirleri arasindaki kavga gürültü 1920 yılarına kadar devam ediyor, çıkan çatışmalarda büyük bedeller ödeniyor. Neticede osmanlı desteğini arkasına alan Kıği mirleri, Lek ağalarini tamamen ortadan kaldiramiyorlarsa da başari ibresı kıği mirlerinin leyhine oluyor. Abbas ağa ve adamlarinin lek ziyareti böyle kavgali bir güne denk geliyor.

Abbas ağa ve iki adamı yerleştikleri karsini de geçicide olsa kalmalari için, Qeyya beyden izin almak için, bir çok değerli hediyelerle Lek köyüne gidiyorlar.  Öğle sofralar seriliyor yemekler diziliyor, kalabalık bir cemaat sofrada yemek yerken bir hizmetçi Qeyya beyin yanına yaklaşiyor kulağından bir şeyler söyledikten sonra dönüp dışari çıkiyor.

 Yemekten sonra sofra toplaniyor, Qeyya bey adamlarina işaret edip hepsi dışari çikiyorlar. İçerde Abbas ağa ve iki adami yanlız kaliyor, tabiki abbas ağa olağan üstü bir durumun olduğunu fakat ne olduğunu anlamaya çalışiyor. Bir ara misafirlerin  herhangi bir ihtiyaci varmı  diye içeri bir hizmetçi giriyor. Abbas ağa durum nedir? Diye soruyor. Hizmetçi: kalabalık bir gurup kuruca dağı  ve civarındaki  tüm sürüleri biribirine katıp kıği yönüne doğru götürmek üzere talan etmişler, diye cevapliyor.

Abbas ağa iki adamiyla hemen ayağa kalkıp, dışarda talanın önünü nesıl kesileceğine dair talimatlar veren Qeyya beyin yanina gidiyorlar.

Abbas aga: beyim müsadenizle biz üçümüz de emrinizdeyiz, adamlarinizla beraber gitmeye hazırız.

Qeyya bey: hayir asla musade veremem siz misafirsiniz, başınıza bir şey gelirse, demezler mi Qeyya bey misafirlerini kavgaya yolayıp öldürtü. O zaman toplum içinde başimizi kaldırıp insanin yüzüne bakamaz oluruz.

Qeyya beyin tüm itirazlarina karşılık, abbas ağa çok israr eder ve neticede qeyya beyi ikna edip ottuz kişilik bir gurupla zag üzerinde korbox dağına yönelirler. Ikindi vakti, günümüzde kurè  Mamud ağa dağı  eteklerinde talancilarin önünü keserler. Talancilarin sayisi 70-80 civarindadir.

Lekten giden gurup talancilarla şidetli bir çarpışmaya tutuşurlar. Lekten gidenlerin içinde biri var ki, iki metre boyunda esmer tenli, gözlerinden ateş püskürüyor. At üzerinde gözüne kestirdiği kişiyi yıldırım hızıyla tek kılıç darbesiyle yere indiriyor. Bu kişi Abbas ağadan başkasi değildir.


Carpişma öyle şidetleniyor ki, dağın edekleri kana boyaniyor . Bir- iki saatlik mükaameten sonra talancilari perişan ediyorlar sağ  kalanlar kığiye doğru kaçiyorlar. sürüleri geri alıp tekrar yaylalara yönlendiriyorlar.


Kuşaktan kusağa aktarıla gelen  bilgilere göre, bu çatişma 1700 yillarinin sonlarinda yaşanmiştir. Kimi rivayete göre çetecilerden on iki, kimine göre de yirmi kişi vurulmuştur, bir o kadari de yaralanmiştir. Öldürülenlerden yedisi Abbas ağanin kıliıciyla yere düstüğünü söyleniyor. Lek´ten gidenler ise beş alti kişi hafif kılıc darbeleriyle yara alarak gerisi sağ  selamet geri dönüyorlar. Bu olay bölgede yaşanan en kanlı çatismalardan biridir.

Abbas ağanın gösterdiği üstün cesaret ve kahramanlığı, Qeyya beyin büyük taktir ve sevgisini kazaniyor. Bunun üzerine Qeyya bey karsini bölgesini hiç bir bedel almadan Abbas ağa ve kardeşleri ,kala bildikleri kadar kalacaklarini ve hiç bir vergi öşür ödemiyeceklerine dair yazılı bir belge verdikten sonra,  Abbas ağaya keskin bir kılıç ve arkadaşlarini da çeşitli ödüllerle  ödüllendiriyor.


Böylelikle abbas ağa ve ailesi karsini de kaliyorlar daha sonra ev yapip temelli yerleşiyorlar.

Yaşanan bu olaydan sonra Abbas ağa Lek ağalari ile iyi bir dosluk geliştiriyor. Kış mevsimi yem yetersizliğinden dolayi , abbas ağa lek ağalarina ait Hışkdar köm`ünü  de kiraliyarak. Kış ayları hışkdar da keçilerini besliyor baharla beraber karsiniye gidiyor.


Dostluk ve iş münasebetlerinden dolayi Abbas ağa sık lek köyüne gidip geliyor. Genç  ve bekar olan Abbas ağa, Qeyya beyin kızı Firince hatuna aşık oluyor. Adamlarini istetmeye gönderince , Qeyya bey Abbas ağa gibi biri damadi olmasini red etmiyor ve kızını Abbas ağaya veriyor.


Düğün edip Firince hatunu karsiniye gelin götürüyorlar. Eskiden adet idi evlenen kız senesı dolduktan sonra  ``zeyiti`` baba evi ziyarete götürülüyordu.

Firince hatunun zeyiti günleri yaklaştığında, Abbas ağa kara, kara düşünüyor. Firince hatun baba evine gitmeden bir gün önce .Abbas ağa bazi tavsiyelerde bulunuyor.


Abbas ağa eşini karşisina alip: hanım baban bir beydir ve oldukça varlıklıdir. Döneceginiz gün sana sürüler ve deve yükü altın ve mücevher verirse de asla ve asla kabul etmiyeceksin. Sebebini sorarsa, ev yapacak bir arsamizin olmadiğini emenet topraklarda yaşadigimizi ifade edip, Hışkdarda ki kömü mülk olarak sana versin yeterdir. Kendimize ait bir yurdumuz olmuş oluyor.


Bu nasihatan dolayi Firince hatun baba evi dönüşünde, babasinin verecekleri tüm hediyeleri red ediyor. Tabiki qeyya bey kızının özel bir isteği olduğunu fark ediyor. Qeyya bey soruyor, kizim ne istiyorsun?.


Firince hatun: baba ben evlendim, bir bey kızı olarak  agaç dikecek bir karış  toprağımız yok, hışkdar da ki kömü bana hediye ederseniz çok sevınırım  diyor.


Qeyya bey : evet kizim haklisin ``bu dünyada yeri olmiyanin, öbür dünyada da yeri olmaz`` der. Ve kağıt kalem alarak Hışkdar kömü ve bir bölüm araziyi hise olarak kızına verdiğine dair sened imzalayip altina mühürünü basip veriyor.


Böylelikle abbas ağanin isteği de yerine gelmiş  oluyor. Akabinde Abbas ağa karsinide ki kardeşlerinden ayrilip Hışkdara gelip yerleşmiş  oluyor.
Kisa bir süre sonra Qeyya bey vefat ediyor.
Abbas ağanin lek ağalarindan kız almasiyla Ulaş ağa  ailesi ile akrabalık bağı kurulmuş oluyur. Bu nedenle karsinide kalan kardeşlere lek ağalarinin herhangi bir mudahalesi olmuyor. Bir de karsininin lekten çok uzak oluşundan dolayi fazla ilgi gösterilmiyor. Tabiki sorun burda bitmiyor, bu defada Ulaş ağanin çocuklari ve Kıği mirleri arasinda sorun yaşaniyor ve yıllarca kavga gürültü devam ediyor.  Ulaş ağanın çocuklari ile başa çıkmiyacaklarini anlayan   kıği mirleri bariş yolunu seçiyorlar. Kardeşlerden birine önemli bir görev veriyorlar. Daha sonra o kerdeş kığinin kejkan köyüne yerleşiyor. Burdaki amac Ulaş ağa ailesinin desteğini Lek ağalarindan koparmaktir. Kurulan akrabalıktan dolayi daha sonraki yıllarda Ulaş ağanin torunları  , kıği mirlerinin mahyetıne girmelerine rağmen  leklilere yönelik kirli planları el altinda leklilere bildirmişlerdir ve bir çok plan boşa çikarilmiştir.

Kıği mirlerı mahyetinde görev yapan Ulaş ağanın torunları, kığı mirlerinin zayıf düştüklerı bır dönemde, insiyatif ele geçirip. Keklik, köçet , kejkan ve bir çok yerleşim yerlerinde geniş topraklar elde edip, karsıni de çoğalan akrabalarını bu köylere yerleştirmişlerdir.

1820 yılarina gelindiğinde kıği mirleri devlet gücünü de kulanarak lek beylerinden önemli şahsiyetleri gerekçesiz yere tutuklamalarini sağlamişlar. Harput'ta  mecburi iskana tabi tutmuşlardir. Bu tarihten sonra lek ağalari reforma giderek o topraklar üzerinde yaşiyanlara toprak dağıtmişlardir, gayeleri sancak bölgesine türklerin sokulmamasidir. Araştırmalarımda çıkan sonuç, sancağin genelinde Birkaç  ermeni aile dışında. Bir türk(cerkez). Bir acem. Birde  moğol kökenli aile yaşamaktadir. Gerisi tamamen Kurmanci ve dimili konuşan kürdlerden oluşuyor.

Reform yapilirken topraklarin önemli kısmını satarak devr etmişlerdır, kemah köyünün  en önemli toprak parcasini 1760-70 yıllarından kemah köyüne gelip yerleşen Lek ağasi ailesinden olan Molla Ali`ye devr edilmiştir, günümüzde yüzbaşi ailesi olarak tanınmaktadirler. Meşhur kuruca yaylasi ise Abbas ağaya verilmistir.


Kimse köy tarihçelerini kayit altına almadığından dolayi , bir çok bilgi yok olmuştur. Arazıları satın alan köy sakinları tek geçım kaynağı hayvancilik olduğundan dolayi, brokrasidan habersizdirler. Satın aldıkları topraklar düzmece evraklarla kıği mirleri kendi adlarına geçırmişlerdir. Dolayisila zavalı halk satın aldıkları toprakları ikinci bir defa kıği mirlerınden satın almak zorunda kalmişlardır. (kuşkondu) Gelan köyü de bunlardan biridir. Ve buna benzer vaka bir çok köyün başına gelmiştir. Konumuzu dağıtmamak için detaylara girmek istemiyorum...

                                       Kuruca yaylasinin abbas agaya verildigine dair belge.

Tercümesi
Bais-i Mülkneme oldurki.
Bin iki yüz kırk beş senesinden itibaren ba berati padişahla mutesarrıf olduğumuz  Sancak kuralarından kamah nam-i karyemizin muzafatında kuruca yaylaqi  maruful beyan Ulaş'zade Abbas ağa sadık ve hulasa emekdar ve iş-güzarımız olup kendunun bedeli hizmeti için yaylaqi mezküri merkume  mülk eyledim. Gidip mütesarruf olsun ve hüsnü rızamiz ile Abbas ağa gidip yayla edip ewladi, ewladi, evlat ila zuriyetine kadar tasarruf edip mülki olduğundan bir kimsenin medhali ve taarruzi olınmiye tarafımızdan ve tarafi aharimizden mumaniat etmeye ve huddudi erbaasi; bir tarafı kamah yaylası ve yol ile kumık sinorıne ve değirmen taşı, andan böyük taş ve andan böyük sırta gelir ve andan Resul deresi ve andan ester goli  ve andan kamah yaylasına wasıl olur. Bu hududi ile mahdud olan yaylaqi Abbas ağaya verdım ve mülk eyledım.Bir kimse dahl eylemeye vakti hacette mülk senedi olune.

Sahipleri:  
(Eyyub beyzade Mehmet bey.)    (Lek-ağasi Begzade bey.)      (Ali bey.)
             Mühür                                          Mühür                         Mühür

Şühudulhal: (Sahitler)
Canbegli Süleymam.  Uzunsewatli Osman Elha. Karavelyanli Şemdin bin Hasan.    
           İmza                                        İmza                                 İmza
Ve ğeyrihim.(Ve diğerleri)

Osmanlıcada bazı kelimelerin anlami; 1  ba berati padişahla (Padişahın onayi ile). 2 mutesarrıf (Sahip olmak).   3 Sancak  kuralarından (Sancak bölgesinde). 4 maruful beyan (Adi  geçen kişi) 5 yaylaqi mezküri merkume (Adi geçen yayla). 5  huddudi erbaasi ( Hududun dört tarafı). 6 Bu hududi ile mahdud olan yaylaqi ( bu hudutlarla belirlenen yayla). 7  medhali (mudahale). 8 kamah nam-i karyemizin  (Kemah isimli köyümüz).  9 Karye (Köy).

   Günümüzün Türkçesi ile:
Mülk senedidir.
Bin iki yüz kırk beş senesinden itibaren, Padişah onayi ile sahip olduğumuz Sancak bölgesinden Kemah isimli köyümüzün sınırlarına dahil Kuruca yaylasini Adı geçen Ulaş oğlu Abbas ağa  sadık ve dürüst emekdar ve iş yürütenimiz olup kendisinin hizmet  karşılığı  için ismi geçen yaylayi mülk olarak verdim. Gidip sahiplensin ve hüsnü rızamiz ile Abbas ağa gidip yayla edip evladi, evladi, evlat ila züriyeti olana kadar sahiplenip, mülkü olduğundan dolayi hiç kimse müdahale edip işgal etmiyecektir. Tarafımızdan ve ahalimiz tarafından mani olunmiyacaktir. Ve hududun dört tarafı;  bir tarafı  kemah yaylasi ve yol ile Kumuk sınırına ve değirmen taşı, oradan büyük taş ve devamla büyük  sırta gelir ve ordan Resul deresi ve ordan da ester gölüne  ve ordan da tekrar kemah yaylasından birleşir. Bu hudutlarla  çevrili  yaylayi Abbas agaya mülk olarak verdim . Hiç kimse mudahale etmiyecektir.  Resmi işlemlerde kulanmak için bu bir mülk senedidir.
                                           Lek ağasi Beyzade bey
                                               Mühür ve imza

Not: sınırlar cizilirken Değirmen taşından söz ediliyor. Bu taş kuruca dağının en yüksek noktasında bulunan yel değirmenidir. Bu taş 1985 yılına kadar sapa sağlam yerinde duruyordu. Yöre halki tarafindan bu taşın kutsallığına inanilirdi ve her yıl bir çok kişi tarafindan ziyaret edilirdi. 1985 yılından sonra bazı ceberut cahil kişiler tarafından hazine arama amaciyla bir tonluk taşı imha edip bin yıllık bir eseri ortadan yok ettiler.

Bu senet Hicri 1245 (M.1829) yılında verildiğine göre , şimdi ise Hicri tarih 1433 dir. M.2012 tarihi itibari ile, Hicri takvimin yılda 10 gün eksikliği hesaba katarak miladi takvimine göre Tam 183 yıldir bu belge korunmaktadir.


İş bu belge 2010 yılında aslına uygun Arapça alfabesinden  Latin alfabesine çevrilmiş olup günümüzün türkçesi ile açıklanmiştir.


Hazirlayan Beyzade bey torunlarindan Yasin Bayanay

Bu belge bilinmiyen tarihin bazi noktalarini açikliyacak niteliktedir. Bu belgenin tarihinden yola cikarak, Ulaş ağa ailesinin karsiniye yerleştigi tarihi tespit etmek mümkündür. Abbas ağanin yaşadığı tarihi tespit etmek mümkündür. Bu belgeyi Abbas ağaya veren kişi Qeyya beyin tornu beyzade beydir. Öyle anlaşiliyorki kuruca yaylasi  1829 yılında qeyya beyin tornu tarafından abbas ağaya verildiğinde  bu tarihte Abbas ağanin yaşlilik dönemi olduğunu düşünüyorum. Çünkü abbas ağa Qeyya beyin kizi ile evli. Sened veren Qeyya beyin oğlu değil, tornudur. Qeyya beyin tornu Beyzade bey o tarihlerde Abbas ağanin cocuklarinin yaşıtı olduğunu düşünüyorum.

Belgenin verilis tarihini kaynak alarak, 2011 yilinda Abbas ağa torunlarindan Filit Baycuman`in hazirladiği Ulaş ağa Soy ağacindaki kuşaklarin üzerinde de hesap çikardiğimizda, Abbas ağa 1750-55 doğumlu olduğu ortaya çıkiyor . Beş veya on sene yanılgi payi olmakla beraber, evlilik yaşi 25-30 arası kabul edersek Abbas ağanin evliliği 1780-85 yılarina denk gelir. Ulaş ağa ailesinin 1770-80 yilarinda karsiniye ilk gelişleri idiamiz çok isabetli olur diye düşünüyorum...

Ilk olarak 1970 yılında Hışkdar köyüne gittim. O tarihlerde en çok dikatimi çeken şey, hışkdarlıların babayığıt ve çok uzun boylu olmaları idi. Efsanede tarıf edilen Abbas ağanın fiziği yapısyla örtüşüyorlardı. Ape Nıfsi, Ape kazim, Mehemedé ape hemid çok uzun boylari ile örnek gösterılecek şahıslar idi.  yaşli kuşak 1905 ila 1912 doğumlu olanlardi. Bir kişi hariç hepsi tahsil görmemiş kişilerdi. Dolayisila anlatimlari tarih değer taşımiyan  bilgiler idi. 1928-29 yılarında dönemin olaylarından dolayi yakalanıp Erzurum hapishanesine atılam Mahmud orada bölgemizin ünlülerineden  Yado'nun arkadaşlarından Sadié telho ile koğuş arkadaşi olmuştu ve ceza evinde Medrese  eğitimi almişti. Yedi yıl hapis hayatında kısmen din egitimi alıp Melle Mahmud olarak köye dönmüştü. 1970 li yıllardan sonra ilk olarak çocuğunu yüksek tahsile gönderen melle mahmud oldu. Okuyan oğlu Cemal beyle iyi ilişkilerimiz oldu aramizda derin bir dostluk gelişti. Aramızda gelişen samimi dostluğa ragmen dünya görüşümüz ayri idi. Özelikle  sohbetlerimiz tarih, müzük ve bilimsel analizler üzerine olurdu. 1979 yılında Ulaş ağa hakında geniş bilgi  Karsini köyünden Aziz Özbek`ten alabileceğimi söylemişti. Agustos ayının sonlarında Karsiniye doğru yola koyuldum, beş- altı saatlik bir yaya yürüyüşten sonra Karsiniye vardim. Tabiki şans yaver gitmemişti, köy sakinleri yaylada olduklarından dolayi köyde sadece bazi gencler vardi. Aziz özbek`in kücük oğlu Hasan yanlız evde idi. Akşam etrafima toplanan cemaat, yanlış hatirlamiyorsam  ismi Eli`è Raif olan kişi hariç diğerleri benden birkaç yaş  büyük genclerden oluşuyordu. Sabah ziyaretimin sebebini onlara aktararak geri döndüm. Aradan bir yıl geçti Eylül ayinin ilk günleri idi . Misafirlerimin olduğu bir öğle vakti dışarda bir atlı göründü. Bana çok yabanci bir sima idi. Dışarı çıktım atliyi karşiladim. Içeri buyurdum. Gelen misafir bir çay içtikten sonra, gideceğine dair müsade istedi acilen kejkan köyüne gitmesi gerektiği aktardi.
Peki ziyaret sebebiniz ve kim olduğunuzu öğrene bilirmiyim soruma, şu cevabi verdi. - Ismim Hüseyin Karsini köyünden Ezizè Letif ağanin oğluyum. Sizi karsiniye davet etmek için geldim, mümkün ise Ekim sonu veya Kasım ayı içinde gelirseniz memnun kalırız,. Cünkü o aylarda herkes köyde mevcuttur.
Kasim ayı içinde karsiniye gideceğime dair söz verdim. Misafirim vedalaşarak yola devam etti. Ne yazik ki bu ziyaretim gerçekleşmedi. Cünkü kısa bir süre sonra  “Dè ewladè xwe avèt“ deyimine uygun, 12 Eylül darbesi yaşandi. Bu süreç içinde ben de bölgeyi terk etmek zorunda kaldim.

Sonuç; yazimin başında da belirtiğim gibi, Abbas ağa ve karsini efsanesi salt anlatımlarla dinlediklerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Abbas ağanin soyundan bazılarının, Abbas ağanın bölgeye gelerek bir evlilikle mal mülk sahibi olduğunu övgüyle anlatıklarına tanık oldum. Tabiki gerçek bu değildi. Abbas ağa ve kardeşleri, hayatlarına mal olabilecek tehlikelere girerek kendilerinden bahs ettirmeyi ve yer edinmeyi başarabilmişlerdir.
Ulaş ağanın soyundan çoğalıp,''UL''  kelimesinden türeyip ''Uliki'' aşireti ismiyle günümüzde nufusça geniş bir aşiret halini almiştir... 

Kuruca Dağı fotoğrafı, Abbas ağa torunlarından Ferit Baycuman tarafından çekilmiştir.

Saygılarımla...

 Yasın Bayanay

bayanay.y@hotmail.com 

Not: Bu yazı Sayın Yasin Bayanay'ın izni dahilinde, http://antropolojitr.blogspot.com.tr/  adresinde yayınlanmıştır.

Kuruca Dağı 24.12.2014

KURUCA DAĞI ÖZET BİLGİ
Kuruca Dağı (2372 m) Bingöl ili Kuzey batısında yer alan, yazın özellikle küçük baş hayvancılığın yaygın olarak yapıldığı ve geçmişte yaylacılığın yaygın yapıldığı önemli bir dağdır. Kuruca dağında arıcılıkta yapılmakta olup bitki örtüsü bakımından zengin bir faunaya sahiptir. Kuruca dağı özellikle mayıs ayında çeşitli kuş türünün barınağı niteliği taşır. Kuruca dağında, boyu 50 cm olan engerek, yine boyu 2,5 veya 3 m uzunluğuna ulaşan kırımızı Boa yılanı gibi, daha bir çok yılan türüne rastlamak mümkün. Çevresinde yakın yerleşim yerleri mevcut. Kuruca Köy ü adını bu dağdan alır. Kuruca Geçidi, yine zorlu kış şartlarında ulaşımın çok zor sağlandığı bu bölgede bulunur. Bingöl - Elazığ karayolu dağın güney yamacının alt kısmından (Kuruca Geçidi) geçer. Dağın doğusunda Yaygınçayır Üsküdar mezrası ve Uğurova köyü bulunmaktadır.
      Kuruca dağı zengin su kaynaklarına sahip. Dağdan çevre köylere döşenen boru hatlarıyla su ihtiyacı giderilmektedir. Geçmişinde zirvesinde Ermenilere ait Yel değirmeni kalıntıları bulunmakta. Yine Ermenilerin yaylası dağın güney tepesi ile (1.zirvesinin) doğu tepesi arasındaki çukur alanda bulunmaktadır. Kar yağışı miktarına göre kar kalma süresi genellikle haziran ortalarına kadardır. Kar kalma süresi çok nadir Temmuz ayının ilk haftasına kadar sürebilir.

21 Aralık 2014 Pazar

Yaygınçayır / Üsküdar 23.05.2011


20 Aralık 2014 Cumartesi

Kitap: Tüfek, Mikrop ve Çelik

Ciltli Kitap

Tüfek, Mikrop ve Çelik
(Yeni Eklenen Bölüm: Japonlar Kimdir?)
Orjinal isim: Guns, Germs and Stell - The Fates of Human Societies

Jared Diamond

Tübitak Yayınları / Popüler Bilim Kitapları
Neden Avrupalılar Amerika'yı keşfetti de Amerikalılar Avrupa'yı keşfetmedi?" 
Bu basit sorunun ardında insanlığın MÖ 11.000'den günümüze tarihi gizli. Fizyoloji profesörü Jared Diamond, 
Tüfek, Mikrop ve Çelik'te, aklımıza gelmeyen, geldiğinde çocukça bulduğumuz soruların yanıtlarını araştırırken, 
tarımın başlamasından yazının bulunuşuna, sinlerin ortaya çıkışından imparatorlukların kuruluşuna, tarihin seyrini 
belirleyen pek çok önemli adımı ayrıntısıyla inceliyor. İnsan toplulukları arasındaki farklılıkların, eşitsizliklerin 
nedenlerini, temellerine inmeye çalışarak sorguluyor; günümüz dünyasını biçimlendiren etkenlerin izini sürüyor... 
Biyoloji, jeoloji, arkeoloji, coğrafya gibi değişik bilim dallarından beslenen, "Batılı" koşullanmalardan arınmış, 
geleceği gösteren bir tarih kitabı.

(Arka Kapak)


Türkçe (Orijinal Dili:İngilizce)
610 s. -- 2. Hamur-- Ciltli -- 14 x 22 cm 

Ankara, 2002

Anthropologie ~ İnsan Bilimi: Bronislaw Malinowski (1884-1942),Ethnologist

 Anthropologie ~ İnsan Bilimi

Bronislaw Malinowski (1884-1942), Ethnologist

Bronisław Kasper Malinowski (7 Nisan 1884 - 16 Mayıs 1942) 

Polonyalı antropolog, bilim insanı. Şu anda Polonya sınırları içerisinde bulunan Avusturya - Macaristan bölgesi topraklarında doğdu. Etnoğrafik alan çalışmalarının öncülerinden biri olmasından dolayı 20. yüzyılın en önemli antropologlarından biri olarak tanınmaktadır. Kültürel antropoloji öğreti ve çalışmaları ile birlikte, Malanesia antropoloji araştırmalarına büyük katkı sağladı.

Biyografi
Malinowski Krakow, Polonya'da doğdu. Üst-orta sınıf bir ailenin mensubuydu. Babası profesör, annesi toprak sahibi bir ailenin kızıydı. Çocukken zayıftı ve sıklıkla hasta oluyordu ama buna rağmen derslerinde üstün başarı gösteriyordu. 1908'de Jagiellonian Üniversitesi'nde felsefe doktorasını yaptı. Bu arada aynı üniversitede fizik ve matematik çalışmaları yapmıştı. Üniversite öğrenimi sırasında yine hastalığı tekrarladı. Halbuki James Frazer'ın Altın Dal isimli eserini okuyarak antropoloji üzerine yoğunlaşmaya karar vermişti. Sonraki 2 seneyi Leipzig Üniversitesi'nde Charles Gabriel Seligman ile antropoloji çalışarak geçirdi. Bu zaman zarfında James Frazer ve diğer Britanyalı yazarlar arasında iyi bilinen bir pozisyona gelmişti. Bu nedenle Malinowski 1910'da London School of Economics'de öğrenim görmek üzere İngiltere'ye gitti.
1914'de Mailu'da alan araştırmalarını denetlediği yer olan (Papua Yeni Gine'de) Trobriand Adaları'na gitti. Sahadaki bu meşhur seyahatinde kıyı şeridinde bulundu. I. Dünya Savaşı başladı ve Britanya kontrol noktasındaki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kutuplaşması neticesinde Avustralya yönetimi kendisine iki opsiyon tanıdı; kendisi Trobriand Adaları'na sürgün edilecek ya da savaş esnasında gözaltında tutulacaktı. Malinowski, Trobriand Adaları'nı tercih etti. Bu süre zarfında Malinowski Kula'daki saha çalışmalarını denetleme fırsatı buldu ve şuan antropolojik metodolojide kilit rol oynayan katılmacı gözlem kuramını oluşturdu.
1922'ye kadar Malinowski antropoloji alanında doktora derecesini kazanmıştı ve London School of Economics'de eğitmenlik yapıyordu.

Çalıştığı üniversiteler
London School of Economics
Londra Üniversitesi
Cornell Üniversitesi
Harvard Üniversitesi
Yale Üniversitesi
Bibliyografya


Trobriand Adaları (1915)
Batı Pasific Argonutları (1922)
İlkel Toplum Miti (1926)
Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek (1926)
Yabanıl Toplumda Cinsiyet ve Baskı (1927)
Kuzeybatı Melanezya'da İlkel Seksüel Yaşam (1929)
Mercan Bahçeleri ve Onların Sihiri: Trobriand Adaları'ndaki tarım ritüelleri ve toprağı işleme yöntemleri üzerine bir çalışma (1935)
Bilimsel Bir Kültür Teorisi (1944)
Büyü, Bilim ve Din (1948)
Kültürel Değişimin Dinamikleri (1945)
Kavramın Sınırlı Anlamına İlişkin Bir Günlük (1967)
Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Bronis%C5%82aw_Malinowski