26 Kasım 2014 Çarşamba

Yaygınçayır Köyü / Üsküdar Mezrası


20 Kasım 2014 Perşembe

Din olgusu ile Modern Kölelik...


''Din olgusu ile, toplumların 12 bin yıllık tarihlerinde, şükür kavramı üzerinden aldatılmaları, bu uzun sürede uyanamayan nice uygarlığı oluşturan Homo Sapiensin, aslında günümüzde de bu ilkel özelliğini sürdürmesi, çokta akıllı bir canlı türü olduğunu söylemek yersizdir.Örneğin,Peru'daki İnkaları yok eden İspanyol Francisco Pizarro´nun ve diğer soykırımcıların elinde barutlu tüfek vardı. Bunun yanı sıra İnkalar, Catequil adı verilen şimşek ve yıldırım tanrısına inanması onların sonunu getirmişti.Çünkü barutlu silahın gürültüsü işgalcileri, İnkalıların gözünde Tanrı yapmıştı.. Toplumda, din olgusu yaşam koşulları arasında derin çelişki çok açık bir kanıttır.Son günlerde madende hayatını kaybeden bir işçinin babası yırtık karalastik ile tüm topluma ibret olmalı. Günümüzde modern kölelik denilen taşeron kavramı tüm insanları düşündürmüyor mu? İnsan yaşamı evrende bir kelebeğin ömrüne denktir. Bu kısa sürede hep ezilip yontulan kısım, saf inanç duygularıyla. ahirette bir umut bekleyerek gözlerini hayata acı ile kapatır.''
Antropolog F.BAYCUMAN

19 Kasım 2014 Çarşamba

BİR ALIÇ HİKAYESİ / KURUCA DAĞI 19.10.2008


BİR ALIÇ HİKAYESİ.
   Alıç toplamaya gidiyoruz....
Rüzgarın uğultusu, konağın dış duvarlarından, pencere kenarındaki çatlaklardan kulağıma geldiğinde zaman akıp geçmiş, gece uyuyamamıştım. Şimdi vakit sabahın şafağı...
Henüz yıldızlar kaybolmaya başlamış, horozlar ötüyordu, gök yüzüne pencereden bakıp havanın kapalı olup olmadığını kontrol ediyordum. Bulutlar kapatmışsa maviliği, gezimiz iptal olurdu. Çıkamazdık ya! yağmur bulutlarının, sonbahar şimşeğinin şiddetli sesleriyle, doluları, yamaçlara serperken...
Evet, bulutlar dağınık halde, gökyüzünde süzülüyorlardı. Alıçlar bizi bekler şimdi. Tadına doyum olmazdı alıcın. Artık güneş yükselmiş, sabahın güzelliği ortaya çıkmıştı. Sobalar kurulmuş, üzerine ekmeği atıp ısıttıktan sonra arasına çökelleği banardık. Sonra közde kaynamış, berrak suyla demlenmiş çayın tadı başka olurdu. Bazen ısınmış ekmeği çiğnerken çayı üzerine yudumlayınca ağzımızı yakardık.
Kahvaltının huzuruna diyecek yoktu. Şöyle günümüzde ki gibi, bir yığın kahvaltılık olmazdı. Çay, şeker, ekmek ve çökellek... Bunlar yetiyordu.(Yıllar sonra, buradan yola çıkarak, insanların neden her zaman huzursuzluk içinde olduklarını çözmüştüm artık. Kanaat getirmeyip, elindekiyle yetinmeyi becerememek, bu huzursuzluğun asıl nedeniydi.)
Konağın bir çardağı vardı. Merdivenlerden aşağı inerken, hemen ahırın küçük penceresi gözüme ilişirdi. Sanki o karanlık, küçük pencereden her baktığımda bir şey gelip beni yiyecek hissine kapılırdım ve tüylerim ürperirdi...
Arkadaşlarımızla toplanmıştık, Uzun yolculuk başlamıştı. Yolda içimiz kıpır kıpır, heyecandan türküler söyleyip gidiyorduk. O kadar yürekten okurduk ki anlatılamaz o duygu. Sararmış yaprakların görüntüsüyle, esen sert rüzgarın tenimize dokunuşuyla yol alıyorduk. Artık meraların, olduğu kısımlara gelmiştik. Oradan yukarılara daha da yukarılara çıktık. Karaboğa Dağlarının gevenlerini görmeye başlamıştık artık. Rüzgar, orada çok daha farklı esiyordu, kurumuş geven dikenlerinden, kurumuş kengerlerden süzülen rüzgar, adeta melodik ses olarak kulağımıza fısıldıyordu...
Berivanların yaz dönemlerinde gelip süt sağdıkları beriler, boş duruyordu. (Beri her iki tarafı sur olan açıklıktır. Koyunlar  ya da keçiler o surların arasından geçirilerek düzenli ve sorun çıkarmadan, bir kişi başlarını tutarak, berivanlar tarafından sağılırlardı.)
Sonbaharda  öten kuşlarda yoktu artık. Göç etmişlerdi sıcak bölgelere. Halbu ki  mayıs-haziran aylarında yavrulama dönemlerinin sonuna kadar cıvıl cıvıl sesler ve bir çok kuş türü olurdu.
Bunları yazarken içim gidiyor, özlüyorum çocukluğumu ve o güzel günleri. Sanki cennet o günleri yaşadığımız yermiş gibi geliyor bana. Her şey saf ve doğaldı. Arkadaşlıklar çok samimi ve dürüstlükle sürdürülürdü, misafirperverlik vardı. Oda sohbetleri her şeye değerdi. Hem biz günümüz çocukları gibi değildik. Saygıyı iyi bilendik, sevgiyi en güzel şekilde yaşayandık. ’’Günümüz çocukları, medyanın etkisiyle, teknolojinin kötü kullanımından dolayı o duyguları taşımıyorlar artık. ‘’ (Gelecekte robotlaşmış duygusuz insan kitleleri haline dönüşecekler.)
Biz alıca dönelim, Artık Kurt Kalesinin olduğu kayalık bölgedeyiz. Etrafımızı kontrol edip kayalıklarda oturduk .O anda Kupık, Kure Mahmud Ağa, Canbelli, Kuruca Dağının doruklarını seyrediyoruz. Ardımızda da Kork mezrası ve Turkan görünüyor hafiften....
Yola devam ettik. İlerledik arada küçük çalılar görüp seviniyoruz ama yanına gittiğimizde bir alıç bile yok...
Saat öğle vakitlerine yaklaşmış, bizde yorulmuştuk. Bir şeyler atıştıralım diye durduk. Daha önce ekmek ve çökellekten hazırlattığımız toplarımızı kuru kuru yemeye başladık. Çiğnedikçe tadı başka olurdu...
Bir yamaca doğru geldiğimizde üzerinde turunç renkte büyük alıçların olduğu alıç ağacını gördük. Olgunlaşan alıçlara, ağacı hafif silkeleyince  ulaşmak kolay oldu, hepsi yerlere serildi  ve biz bu taze alıçları arada bir atıştırıp toplamaya başladık. Küçük çuvallar vardı bizde. Çuvallarda sıkışan alıçlar yürüdüğümüz her dakikada kokusu yayılmaya başladı. Kokusu da çok güzel mübarek meyvanın...
Artık eve dönmenin zamanı gelmişti, gökyüzü bulutlarla kaplanmaya başlamıştı. Biz yine türküler söyleyerek yolumuza devam ettik. Karaboğa ardımızda kalıyordu ihtişamlı bir şekilde. Artık köyün yukarısındaki çayırlara ulaşmıştık... Yaz kış sürekli akan çeşmelerimiz bu bölgede mevcut. Orda suyumuzu içtik doya doya...
Alıç getirdiğimiz için keyfimize diyecek yoktu. Arkadaşlarımla vedalaşıp Konağın önüne geldim. Yaşlı Konak bana bakıyordu. Merdivenleri yavaş yavaş tırmanıp, salona geldim. Odanın kapısını gıcırdayarak araladım...Ocakta çaydanlık kofur kofur kaynıyordu...
Alıç Hakkında!
Alıç, Türkiye’nin birçok bölgesinde yetişen yabani bir meyvadır. Çekirdeği sert bir yapıya sahip 3 veya 4 parçalıdır. Turunç, krem rengi ve kırmızı ya yakın renklerde olduğu gibi sarımtırak renkte de çeşitlilik gösterir. Tadı ekşimsi tatlıdır. Lezzetlidir. Çerez niyetine yenilebilir. Reçel, hoşaf, turşu gibi tüketim alanlarında kullanılabilir.Şifa niyetiyle kullanılabilir. Alıç, özellikle meşeler yapraklarını kızıla bürüdüğü, sonbahar yağmurlarının ve sert havaların artık kendini  gösterdiği dönemlerde olgunluğa erişir. Alıç hikayeleri her zaman anlatılırdı Doğuda.

KURUCA DAĞI / BİR ALIÇ HİKAYESİ
19.10.2008
F.BAYCUMAN (Antropolog)
Not:İzinsiz yayınlanamaz!


15 Kasım 2014 Cumartesi

KORK MEZRASI 2009

''Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.''
                                                                                         Franz Kafka

KORK MEZRASI

photo by F.BAYCUMAN
30.06.2009

12 Kasım 2014 Çarşamba

Avrupa Uzay Ajansı (ESA), Rosetta ile Kuyruklu Yıldız'a Araç indirdi






ESA, kuyruklu yıldızın üzerine philae modülünü indirdi.
Avrupa ülkelerinin oluşturduğu Avrupa Uzay Ajansı (ESA), bugün bir ilki deneyerek 67P/Çuryumov-Gerasimenko Kuyruklu Yıldızı üzerine "Philae" isimli modülü indirmeyi başardı. Dünya'da hayatın oluşumuna dair ipuçları arayacak olan "Philae"yi taşıyan uzay aracı Rosetta, söz konusu kuyruklu yıldızın yörüngesine 10 yılda ulaşabilmişti.

On yılda yaklaşık 6.,5 milyar yol kateden "Rosetta" adlı uzay sondasının, çamaşır makinesi büyüklüğündeki "Philae"yi Türkiye saati ile 10.35'te kuyruklu yıldıza 22,5 kilometre uzaklıktan bırakması planlanıyordu. Ardından bu saat 11.03'e çekildi. Ancak Philae'nin uzay sondasından bırakılması 11.30'u buldu.
Roseta, Güneş sistemi içindeki milyonlarca kometre süren 10 yıllık yolculuğu sonrası Ağustos'ta kuyrukluyıldıza ulaştı ve etrfında bir yörüngeye oturmuştu.1.3 milyar euro'luk proje, 1993 yılında onaylanmıştı.
Philae'nin iniş yaptığı bölge
HAYATIN OLUŞUMUNA DAİR İPUÇLARI ARAYACAK!
Philae'nin inişten sonra zeminden örnekler alması ve beraberinde getirdiği üç laboratuvar cihazıyla deneyler yapması bekleniyor. Spektrometre yardımıyla incelenen maddelerin türleri belirlenecek, kuyruklu yıldızda bulunan moleküllerin yapısı aydınlığa kavuşacak. Aminoasit gibi organik maddelerin bulunması halinde, veriler Dünya'da hayatın oluşumuna dair önemli ipuçları sunacak.
Güneş Sistemi'nin buzdolapları olarak görülen kuyruklu yıldızların 4 milyar 600 milyon yıl önce oluşmuş maddeyi hâlâ sakladıkları biliniyor. Öte yandan bilim insanları Dünya'ya suyun kuyruklu yıldızlardan gelip gelmediğini de anlamaya çalışacak. Rosetta ve Philae üzerindeki kameralarla kuyruklu yıldızın yüzey haritası da çıkarılacak. Böylece 67P/Çuryumov-Gerasimenko haritalandırılmış ilk kuyruklu yıldız olacak.

Not: Haber Kaynağı: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27560316.asp

8 Kasım 2014 Cumartesi

Yaşlılık Zordur:Hepimiz yaşlanacağız!

   Zaman akıp geçerken, neleri kaybettiğimizin farkında olmadan, uyuşturulmuş, tutsak haline gelmiş ruhlarımız acı çekmektedir. Bir ağıt; kardeşim Dünya'da ölüm olsa da, yaşlılık olmasa...
Neme lazım, ağır adımlarla yürüme eğilimine girmiş yaşlı bir teyze, diye uyuşmuş ruhumuz bize fısıldar. Sana ne! Görmezden gellll! 
Sanki o ruh hep sahip olduğu bedende duracak gibi hareket ederiz. Yaşlılık, birden ortaya çıkan, ve sadece yaşlıları kapsayan bir kavrammış gibi algılayıp kulaklarımızı tıkarız: Biz yaşlan mayacağız...
Ama teyzenin bakan bir oğlu var! Peki biz yaşlandığımızda, bu günün gençleri yaşlılarına sahip çıkacak mı? 
     Minibüs tıka basa dolu! Tam ışıklara yakın durakta yaşlı bir teyzeyi alıyor ve Yaşlı teyze minibüse zor biniyor. Ayakta duran yolcular içerisinde, kırışmış göz kapaklarının altında sessizce oturan gençleri izliyor. Henüz 15.-17  yaşında gençler, Liseliler...
Başlarını eğmişler ve görmezden geliyorlar Yaşlı Teyze'yi. Bu nesil yaşlılarına saygı göstermediği gibi, kendi yaşlılarını bir kaşık suda boğmazlar umarım.
    Bizler, gelecekteki yaşlılarız. Nasıl bakarsak, çocuklarımızda öyle bakacaklar bizlere...
Yaşlılarımıza sahip çıkalım...

7 Kasım 2014 Cuma

Amaç ve Araç yer değiştirirse...!


    İnsan için, Saygı ve saygının temeli olan sevgi en büyük hazinedir. Günümüzde,insan ilişkilerini zedeleyen en büyük neden, maddi kazanımların ön plana çıkması, kısaca para kavramına olan aşırı tutkudur. Aşk ile paranın karşılıklı savaşında galip olan para olur. Aşk amaç olmaktan çıkar ve araç olur. Aşkın asıl amacını ise para üstlenir. Kısa zaman içerisinde, bu yapmacık temel çöker ve sosyal sorunlar, artan psikolojik boyutlarıyla tüm çevreyi etkisi altına alır.
     Para bir yerde ise, tüm eğilimler o noktada birleşir. Kişilerde olmayan sahte bakışlar ve sahte gülümsemeler ile yapmacık hayat oyunu start alır. Temeli paraya dayandıran insanların ve toplumların kendi içlerindeki ilişkilerin neden yozlaştığını anlaması ise çok geç gerçekleşir.
İnsanlar günümüzde yaptığı her şeyin bir an önce sonuçlanmasını bekler. Duyguların yitirildiği ve vücudun tüm uzuvlarının maddi çıkarlara göre şekillendiği bu dönemde artık bireysel yaşamlar her yerde artmakta. Güven kavramı tarihi bir nitelik kazanmakta. Aldatmak ve kandırmak sıradan bir yaşam şekline dönüşmüş durumda. 
     Amaç ve araç yer değiştirirse sonuç ortada: İnsanı, insan yapan kavramları maddi kazanımlara alet etmenin sonucu ''İnsanlık'' ÖLDÜ.
Antropolog F.BAYCUMAN


Sorunun Kaynağı?

Lise bittikten sonra üniversite sınavlarına daha iyi hazırlanabilmek için dershaneye başvurmuştum. Kentte okumanın verdiği bir çok avantaj vardı. Üniversiteye gitmeden önce gözlemlediğim bir çok şey daha sonra bana belirgin bir yol gösterecekti.
         Dershaneye kayıt yaptırıp ilk dönem sayısal ağırlıklı alanda çalışmalar yapmaya başladım. Derslerin tamamen üniversiteye yönelik sınavda çıkacak sorular üzerine kurgulanmış olması bana gelecekte eğitimin çürük bir sürece gireceğinin sinyalini vermişti. Maalesef ezber orada da devam ediyordu. İlkokul yıllarından itibaren içimi yiyen, doğaya duyduğum hayranlık vardı; canlılar alemi, ilk canlılar, gelecek kuşakların durumu, biz kimiz gibi düşünceler beni hep meraklandırmıştı. İlk kez ansiklopedileri karıştırdığımda ellerim titremiş bilginin beni daha da derin düşüncelere yönlendirdiğini hissetmiştim. O zamanlar 11 yaşındaydım. 5. sınıfın ikinci dönemi idi, Fen dersinde Öğretmenimiz sormuştu; - Canlıların kendilerine ve çevrelerine verdikleri ani tepkiye ......... denir.
Ben tüm soruları cevaplamış, bu boşluğa da ''İLKİLME'' yazmıştım. Sorum tamamen çizilmiş '' 0 '' puan almıştım bu sorudan. Bütün dersler 5 olmasına rağmen FEN BİLGİSİ 4 ''iyi'' düşmüştü karneme. Öğretmenimiz bana bir harfin bile yanlış yazılması, çok yönlü anlamsızlıklara neden olur demişti. Boşluğa gelecek doğru yanıt İRKİLME idi. Yani ''R'' harfi yazacağıma ''L'' yazmıştım. Bana ders oldu. Bir kavram üzerine detaylı bilgiyi elde etmek o bilgiyi çok kolay ile getirmek ve konferans salonunda bile çok daha rahat izah etmek anlamındaydı.
       Öğretilen bilgiler, her zaman bilimsel çerçevede olmalı. O günü asla unutmadım. Yıllar çok çabuk geçti. Beynimde cevaplanması gereken çok soru vardı. Eğitimin dışında bir de sosyal problemlerin olduğu bir süreç yaşıyorduk. Kargaşa, çatışmalar vs...
Tabi ki bana aptalca gelen şeyler zaman geçtikçe, dünyayı tanımaya başladıkça belirgin birer problem olarak karşıma çıkıyordu.
Her şeye rağmen yağmurlu bir haziran günü gök gürlemesi altında sınava girdim. Heyecan vardı ama konsantrasyonumu iyi sağladım.
Ağustos sonlarına doğru kazandığımı öğrendim. Arkadaşlarla bir araya geldik. Hayallerimizi tartışıp durduk. Tüm evrakları tamamlayıp son defa kontrol ederek, yolculuğun bir yerden başlayıp serüvenlerin gittikçe artacağı yere geldik.
İlk gece arkadaşımla bir otelde kaldık.
Sabah uyandığımızda ben etrafıma baktım neredeyim ya ! burası nere..? Yatak ve oda garip gelmişti...
Biraz sonra kendime geldiğimde ha doğruya diye gülümsedim....:)
Sonra bir şeyler yedik. Üniversitenin yolunu tuttuk.. Üniversiteye gittiğimizde geniş bir kampüs ile karşılaştık. Bu beni heyecanlandırmıştı. Bilim yuvası böyle olur dedim kendi kedime... Sonra Fakülteler Rektörlük Binası, Üniversite Hastanesi derken bu çok büyük bir kampüse sahipmiş diye içimden gülümsedim.
Kendi Fakülteme gittim. Kayıt yaptıracaktım. Çevreme şöyle göz gezdirdim. Dışarıda belirli noktalarda kişiler vardı ama umursamadım. Öğrenciler dedim, onlarda kayıt yaptırıyorlardır diye düşündüm. Ben kaydımı yaptırırken aynı bölümü kazanmış arkadaşlarımla tanıştım. Kayıt işlemleri bitti. Dışarı çıktık etrafımıza bazı kişiler ellerinde broşür dergi gibi şeyler uzattılar. İlgilenmediğimi söyledim. Diğer bir taraftan bazı kişiler yaklaştı buyurun bizim yurda gidelim, Arka taraftan 2 kişi arkadaşlar size nasıl yardımcı olabiliriz diye sordular.. Yani anlayacağınız her gruptan kendilerine çekmeye çalıştılar bizi. :D
Tabi bu durum beni fazla ilgilendirmedi ilk etapta. Ne saçma bir şey dedim kendi kendime; ben bilimin yuvasına gelmiş kendimi daha iyi yetiştirmek için çabalarken başkaları grup kurmuşlar, örgütlenmişler burada, düşündürücü olmaya başladı. Kimisi Sosyalist, Kimisi Cemaatçi, Kimi Milliyetçi, kimi Vatansever kimi vs vs.
O gün düşündüm hem de çok düşündüm ve sordum: - Şu bilim yuvasında sorgulayıcı olmak hayat adın, bilim adına en büyük kazanımdı.
Mutlak doğru yok benim bilimsel bakış açımda. Mutlak doğru ancak ölümün ötesi de olabilirdi. Ben bir hipotez geliştirdim. O gün benim için doğru olan Tüm Dünyada doğru değilse sadece benim için doğru olması bir noktaya kadardır. O doğru sorgulanabilmeli. Belki bir çoğunuz verdiğim mesajı anladınız. Ama yine de açıklayayım; mutlak bir yönetim, hakim oluğu insanları saçma sapan eğitim programlarıyla köreltirse, eğitimin en önemli noktası olan üniversitelerde gruplaşmaların olması için çaba sarf edilirse ve bu beyinlerin tamamen bir birleriyle zıtlaşıp çatışacak zeminler hazırlanarak köreltilmesi çok büyük kayıplar olarak bize yansıyacaktır.
Biz sorunu bildiğimiz noktada soruna müdahale edemiyoruz. Üniversitelerde öğrenciler bilimsel eğitimden faydalanacakları yerde bazılarının kurbanı olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Sistemi kuranlar başarılı oluyorlar. Bu kadar genç beyin doğru olguları eleştirip mutlak doğruya ulaşmaktan çekiniyor. Sosyal Problemlere yol açan ve nice insanımızın öldüğü günümüz Türkiye' sinde yazık ki çözüm üretilemiyor. Bu ülkede Yaşayan tüm vatandaşlar eşit haklara sahip olmak zorunda. Demokratik Devlet sistemlerinde bu böyle.- Tekrar soruyorum her kes eşit mi? Bir yöneticinin oğluyla Tunceli, Hakkari, İzmir'in veya Samsun' un bir köyünde yaşayan Yaşlı bir Amcanın genç oğlu aynı haklara sahip mi? Değil Yöneticinin oğlu tabi ki farklıdır diğerlerinden.
İşte bu nedenle Sorgulayıcı olmak gerekiyor. Kısacası bilinçli, eğitimli ve eşit haklara sahip bir toplum yapısı oluşturulmadan, milleti temsil eden midelerine düşkün millet vekilleri vicdana bürünmeden, En baştakiler buruşmuş yüzlerinde, samimi gülümsemeyi başaramayan, o yüzleri kızarmadan, hak adalet sağlanamaz.

Antropolog F.BAYCUMAN
   

Ezilen ve Ezenler


Yasama, yürütme ve yargı sistemi her zaman, ülkeyi soyandan yana çalışmıştır. Ekonomik huzur asla sağlanamamıştır. Dengesizlikler üst seviyededir. Bu durum, ülkenin kurulmasından bugüne dek süre gelmiştir.
         Ekonomik dengesizlik, öyle bir hal almış ki, bir noktada alın teri ile çalışan insanların kazanımı, geçimlerini zor sağlarken, vergi kaçırarak,  devleti soyarak, insanların alın terlerinin karşılığını vermeyerek, faiz ile ülkedeki ekonomik dengeyi alt-üst eden insanların, birikimleri ülke sorununu kökten halledebilecek boyuttadır. Ama mevcut yönetimler, bu durumlara sessiz kalıp, ülkeyi gerçek anlamda sevip, kanı pahasına koruyan insanlara hizmet etmekten uzak durup, devleti soyup soğana çevirenden yana olmuşlardır. Çark her zaman aynı şekilde işlemiştir. Bunu kanıtlayalım: Geçmişte bir memurun konumu ne ise, bu günde aynıdır. Bir devlet memuru, ömür boyu çalışır, ancak günün hesabını yapabilir, geçimini zor sağlayabilir. Asla bir evi olmaz, sürekli kira öder. Tatil yapma lüksü asla olmaz. Yaşamı boyunca  gece sabaha kadar rahat bir uyku çekmez. Ölünceye kadar eziyetten başka bir şey görmez.
           Öbür yandan, çalıp çırpan, vergi kaçıran, mafyacılık yapan, tüm kurum ve kuruluşlarda var olan bir kesim insanlar, üst düzey yöneticiler (Kamu ve özel sektör, Sektörler, Askeri yönetici ve Sözde sivil kuruluşlar) kazandıkça kazanırlar. Öyle ki yaşlanıp ölme vakitleri geldiğinde bu insanların mal varlıklarını fakir fukaraya değil, tekrar aynı sisteme hizmet edenlere bağışlarlar.
Çark bu şekilde döndükçe, çalıp çırpanlar sonunda bedelini ağır ödeyenler olacaklar, daha önceleri olduğu gibi...
           Bir de tutturmuş, ülkedeki bu ekonomik dengesizliğin oluşturduğu sıkıntılara, dil, din ırk ayrımı gibi nifak tohumları ekerek, ülkeyi iyice çıkmazın içine sürüklerler bu hırsız insanlar.
Yıllarca bu çatışma süre gelerek ödenen bedellerin hesabını kim verecek? Ülkede bu ikilemleri yaratıp insanları köle gibi harcayan, hapishanelerde işkencelere tabi tutan zihniyeti kim yargılayacak? Sorgusuz sualsiz, acı çekenler, ölenler ve hayatları alt-üst olan insanların hakkını kim alacak..?
          Her şey ortada. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun ilk dönemlerinde insanlara eşit şartlarda hizmet edecek bir alt yapıyla kurulsaydı, mevcut anayasal düzenlemeler bu doğrultuda olsaydı, bu gün çok daha güçlü ve huzurlu bir ülke olurdu.
Bu ülkenin kurulmasında hayatları pahasına mücadele eden insanların torunları bu gün ezilirken, kuruluş döneminde ikilem yaratanlar, bu gün aynı zihniyetle torunlarının üst düzeyde yaşadığını görüyoruz.
          Türkiye Cumhuriyetinin, kendi içinde sorununu çözemeyen ülkeler kategorisinden çıkması için halkın emeğine saygı gösteren, dil, din ırk ayrımı yapmadan, eşit ekonomik dengeler kurabilen, parlamenter sisteme dayalı, anayasal düzenleme ile gelişmiş eğitim sistemi uygulaması getirebilecek bir yönetim ile mümkündür.
Antropolog F.BAYCUMAN

4 Kasım 2014 Salı

Antropoloji: Evrensel bir disiplin!

Bir ülkede Antropoloji'nin önemi ve konumu, o ülkenin Dünyadaki önemini, gelişmişliğini ve saygınlığını yansıtır. 

 Antropolog F.BAYCUMAN