Pergamon’daki Asklepieion’da (sağaltım yeri) sıkça bulunmuş
olan hatip Aelius Aristeides (MS 117-181), kentin mimarisini bu şekilde över.
Aristeides’in usta bir hatip üslûbuyla övgü dolu bu sözleri, bize, bu
olağanüstü mimari görünümün çağdaşları üzerindeki etkisini göstermekle beraber,
düşüncelerimiz için büyük önem taşıyan bir bakış açısı da ortaya koyar. Buna
göre: Kent, bir dağ zirvesi gibi, estetik etkisini bir bütün halinde uzak mesafeden
bile yayar ve bu haliyle çevresi, gözlemcinin bulunduğu nokta ile sıkı bir
ilişki sergiler. Bu durum, 21. yüzyıl insanının sadece birkaç tarihi yapı
topluluğunda edinebileceği bir deneyimdir. Zira modern şehirler, varoşlardaki
yeni konut alanları, sanayi bölgesi ve alışveriş yerleri yoluyla merkezin
çözülmesine yol açan kentsel yayılma (urban sprawl) sırasında genellikle
inorganik biçimde genişler ve doğal çevre ile uyum göstermez.
Oysaki durum Antik Çağda tamamen farklıydı. Şehir, kentsel
(asty) ve kırsal (chora) olmak üzere iki bölümden oluşurdu. Bu da, tarım
alanları ve doğal kaynakların elde edilebileceği dağlık kesimin de halkın
oturduğu yerleşik alanlar gibi kent mülkiyetine ait olduğu anlamına gelirdi. Bu
durum, Roma Dönemindeki (MS 1.-3. yüzyıl) kırsal kent alanının sınırlarını
yaklaşık olarak bildiğimiz Pergamon için de söz konusuydu. Birçok sınır
kavgalarının da gösterdiği gibi, kent territoryumunu (kentin toprakları)
belirlemek şehirler için çok önemliydi. Polis (kent) olmasının yanı sıra, MÖ
3.-2. yüzyılda Hellenistik Dönem Attalos hanedanlarının hükümdarlık merkezi
olan Pergamon için choranın sembolik işgali ve askeri güvenliği özel bir önem
taşıyordu. Sonuç olarak, kent ihtiyaçlarının sağlanmasının yanı sıra, krallığın
çekirdeği olan başkentin korunması, topraklara ve suya ulaştıran ana yolların
güvenliği ve hayati önem taşıyan kaynaklara erişim de önemliydi.
Bu noktada yine kent görünümü devreye girer. Bu görünüm,
kral II. Eumenes (MS 197-159) zamanında Tiyatro ve terası, Zeus sunağı, Yukarı
ve Aşağı Agora, Gymnasion gibi yapıların inşasıyla meydana gelmiş olup, Aelius
Aristeides’in tasvir ettiği etkiyi yaratmaktaydı. Aristeides zamanında, Zeus ve
tanrılaştırılan İmparator Traianusus (MS 98-117) ile Hadrianus’a (MS 117-138)
adanmış olan dikkat çekici kutsal alan, Traianus Tapınağı, bu fevkalâde
görünüme eklenmişti. Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün, bir kısmını yeniden ayağa
kaldırdığı bu kutsal alan, günümüzde de akropolün görünümüne biçim vermektedir.
Kent ve çevresi arasındaki görsel ilişki başka yollarla da düzenlenmişti. MÖ 3.
yüzyıldan itibaren şehir çeşitli boyutlarda tümülüslerle bir çelenk gibi
çevrelenmişti. Bu mezar yapıları bir yandan Pergamon’un Kaikos Ovası’na (Bakır
Çay) sahip olma hakkını vurguluyor, diğer yandan ise ziyaretçileri Pergamon’daki
mimari serüvene hazırlıyordu. Böylece, 138 m çapında ve 30 m yüksekliğindeki
Yığmatape Tümülüsü, kente kıyı yolu ile güneybatıdan ulaşan yolcular için
akropolise adeta bir giriş hissini veriyordu. Tümülüslerin yanı sıra şehrin
çevresindeki önemli tepe ve dağ zirvelerinin askeri kale ya da kutsal alanlar
ile işgali de Pergamon’un territoryumunun belirtisiydi. Kentin kuzeyindeki
Kapıkaya ve güneyindeki Marmut Kale gibi kutsal alanlardan bir kaçının
akropolden görülebiliyor olması, aradaki bağlantıyı anlaşılır kılmaktadır.
Şehir ve çevresi arasındaki ilişkiler, Pergamon kazılarının
ilk yirmi yılını kapsayan (1880-1900) araştırmalarında merkezi bir öneme
sahipti. Bunu izleyen evrede ise tamamıyla akropol, Asklepieion ve Kızıl
Avlu’nun kazı, araştırma ve korumasına yoğunlaşılmıştır. 2006 yılından bu yana
Alman Arkeoloji Enstitüsünün birçok proje ile yürüttüğü çalışmalarda,
Hellenistik başkent ve Roma İmparatorluk Devri Asya Eyaleti’nin metropolü olan
Pergamon’un gelişiminde, çevresinin önemi tekrar araştırılmaktadır. Kısa bir
süre önce nehir vadisinde MÖ 3.-2. bine ait birçok yerleşim yerinin saptanması
ve Pergamon’un en eski sur duvarının MÖ 2. bine ait oluşu, araştırmaların
kapsadığı dönemi Tunç Çağı kadar geriye götürmektedir. Yeni araştırmaların bir
diğer önemli yönü de, eski dönemlerin coğrafyasını yeniden ortaya çıkaracak
olan, tarihte meydana gelmiş doğa olaylarının rekonstrüksiyonudur.
Roma İmparatorluk Devri boyunca kent çevresindeki alanda
insan eliyle meydana gelen görünüm, sanatçı Yadegar Asisi’nin mükemmel
panoramasında anlatılmaktadır. Söz konusu eser, Berlin’de açılan ve Eylül
2012’ye kadar devam edecek olan “Pergamon. Antik Çağ Metropolünün Panoraması”
adlı sergi çerçevesinde akropol ve Kaikos’un batı vadisini, son araştırmalar
ışığında gösteren bir rekonstrüksiyondur. Vadide, tümülüs ve çeşitli doğal
tepeler gibi alanların askeri ya da kutsal alan olarak kullanıldığı, ya da
Pergamon’un söylenceye dayalı tarih öncesine sahne olduğu yerler olarak
bilindiği artık hemen hemen netleşmiştir. Bu yerler doğal alanın yapısını
belirliyor ve onu kısmen, merkezi Pergamon akropolü olan, görsel bir ağ haline
getiriyordu.
İyi durumda koruna gelmiş ve bu nedenle orijinal durumu
anlaşılabilen, iyi araştırılmış antik bir metropolün bu mekânsal topluluğu ve
çevresi, bu haliyle özel bir önem taşır. Bu durum Pergamon’un özellikle, gücünü
şehir ve çevresinin kullanım ve donanımı ile gösteren önemli bir Hellenistik
krallığın merkezi olduğu evre için geçerlidir. Bu şekliyle evrensel bir kent ve
hükümdarlık tarihinin temel taşı olan Pergamon, diğer başka araştırmalarla
ileride daha da fazla bilgi sunacaktır. Bergama’nın yukarıda sözü edilen
özellikleri, UNESCO dünya mirası listesine alınması girişimleri için gerekli
olan seçkin evrensel değer kriteri için önemli bir unsurdur. Bu girişimde
gerekli olan Alan Yönetimi Planı çerçevesinde bu yapı topluluğunun korunması
ile ilgili ikna edici bir koruma stratejisi gösterilmelidir. Bu strateji,
Pergamon etrafındaki kaçak kazıların önlenmesi; etrafı günden güne modern yapılarla
sarılan akropol çevresi ve tümülüsler arasındaki görsel ağın bütünlüğünün
korunması ile ilgilidir.
Kentin görünümü, dikkatimizi, Bergama’nın seçkin evrensel
değer oluşunu destekleyecek ören yerinin bir başka özelliğine çekmektedir.
Hellenistik bir kente ait mimari yapı topluluğu hiçbir yerde Pergamon’da olduğu
kadar iyi korunmamıştır. Ovadaki yeni Roma kentine ait çok az ve surla çevrili,
90 hektarlık Hellenistik kentte, güneybatı yamaç eteğinin sadece az bir bölümü
modern yapıların altında kalmıştır. Buna bağlı olarak, özellikle Eumenes
II’nin, MÖ 2. yüzyılın ilk yarısına ait sur duvarlarını, yol ağını, konut
yapılarını ve yukarıda bahsedilen büyük yapıları kapsayan geniş çaplı inşa
programı anlaşılabilmektedir. Elimizdeki bilgiler sadece mimari ile sınırlı
değildir. Çok sayıdaki yazıt da siyaset ve toplum hakkında detaylı bir tablo
çizmekte; Zeus Sunağı’ndan doğu yamaçtaki yeni keşfedilmiş doğa tanrılarına ait
(Aktüel Arkeoloji Dergisi: 2012-26) kutsal alanlar, Pergamon’daki inanç,
tapınım, sanat ve zanaat konusuna ve basit çanak çömlek yapımından Hellenistik
Dönemin önemli heykeltraşlık okuluna kadar ışık tutmaktadır. Tüm bunlar,
Hellenistik kent kültürüne dair özgün birer belge olarak Pergamon’un önemini
vurgulamaktadır.
Sadece Hellenistik Döneme (MÖ 3.-1. yüzyıl) odaklanmak,
Bergama’nın seçkin değerine çok şey kazandıracak üçüncü bir özelliğine
bakışımızı engelleyebilir. Bu da, Ege ve Anadolu arasındaki kesişme noktasında
4 bin yıllık kent kültürünü anlamaktır. Akropolde bulunan Tunç Çağına ait kalıntılar
her ne kadar çok az olsa da, bu ilk yerleşimin etkileyici konumu oldukça iyi
anlaşılabilmektedir. Hellenistik Dönem öncesi, kent tanrıçası Athena’ya ait
tapınak (MÖ 4. yüzyıl), Roma Dönemi ise Traianus Tapınağı, Kızıl Avlu,
Amfitiyatro ve Antik Çağda dünyaca ünlü Asklepios kutsal alanı ile temsil
edilmektedir. Bizans Döneminden günümüze ise etkileyici savunma yapıları, konut
kalıntıları ile çok sayıda ve farklı boyutta kiliseler korunmuştur. Bergama’nın
14. yüzyıl başlarında Türklerin eline geçmesinin ardından yerleşim, bugüne dek
korunmuş olan cami, han ve hamamlarıyla artık nihai olarak ovaya
kaydırılmıştır. Özellikle 19. yüzyılda, akropolün eteklerinde kurulmuş olan
geniş bir Rum mahallesi ve Yahudi ve Ermenilerin de buradaki varlığı, Osmanlı
Dönemi sonunda Ege kentlerindeki çok kültürlü yaşama dair canlı bir etki
içermektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Bergama’da çok sayıda
yeni yapı ortaya çıkmıştır. Bu yapıların bir kısmı, büyük kent merkezleri
dışındaki Türk mimarisinin önemli örnekleri arasında yer almaktadır.
Bergama’nın tarih içerisinde büyüyen kültürel çeşitliliği,
bize, bununla ilgili olarak mimari yapı topluluğu bırakmıştır. Bu yapı
topluluğu, göreceli de olsa küçük bir alan üzerinde Avrupa ve Asya’nın
kavuştuğu bir noktada, kent tarihinin önemli evrelerini sunmaktadır.
Akropolden, antik kent yoluyla Arkeoloji Müzesi ile modern yerleşime doğru
giderken, kentin 4 bin yıllık tarihi boyunca yürünmektedir. Bu uzun tarihsel
süreç bugün dahi modern yaşamın bir parçasıdır. Tarihi evreler arasındaki
bağlantı, tıpkı bir Osmanlı çeşmesinde Roma Dönemi lahdinin yeniden
kullanılması gibi, her tarafta görülebilmektedir.
Seçkin bir evrensel değer oluşu, bu metnin yazarı tarafından
da şüphe götürmez bir gerçek kabul edilen, bu emsalsiz topluluğun koruma ve
teşhiri, alan yönetimi planı oluşturulması ve bunun uygulamaya konulmasını
gerektirmektedir. Bu tür bir projede arkeolojik anıtlar için gerekli veri
tabanı, Alman arkeologlar ve ortaklarının 130 yılı aşan araştırmaları sonucunda
oluşturulmuştur. Ayrıca, Bergama’daki tarihi anıtlar, TÜBA ve Mimar Sinan
Üniversitesinin geçtiğimiz yıllarda yürüttüğü örnek bir proje ile belgelenmiş
olup, Ortadoğu Teknik Üniversitesi alan yönetimi planı ile ilgili olarak önemli
bir ön çalışma yapmıştır.
Bergama’daki tarihi anıtların korunması konusunda da çok şey
başarılmıştır. Bergama Müzesi 1930 ve 1940’lı yıllarda, Osman Bayatlı
idaresinde Kızıl Avlu ve Asklepieion’un kuzey galerisi ile iki başarılı
restorasyon projesi yürütmüştür. Pergamon’da 19. yüzyıl sonlarından bugüne dek
sürdürülen Alman kazıları da, kentin korunması için çaba göstermektedir.
1970’lerden bu yana Wolfgang Radt denetimindeki Traianus Tapınağı’ndaki devamlı
alan koruma çalışmalarının ve kısmi rekonstrüksiyonunun yanı sıra, Z yapısı
mozaik ve duvar bezemeleriyle bir koruma yapısı ile kapatılmış ve konut
alanının büyük bir bölümü ziyaretçiler için düzenlenmiştir. 2006 yılından bu
yana Münih Studiosus-Foundation’ın katkılarıyla Kızıl Avlu’da süren çalışmalar,
Pergamon’daki aktivitelerin odak noktasını oluşturmaktadır. Bu yıl ise Pergamon
Gymnasionu’nda yeni bir proje başlatılacaktır (J. M. Kaplan Fund, New York).
Buna paralel olarak, özellikle kent surlarında yoğunlaşan alan koruma
çalışmaları devam etmektedir. Gerek Bergama Belediyesi ve gerekse özel
girişimlerle, eski Bergama’daki birçok tarihi yapı onarılmış ve bu yapılara
yeni bir işlev kazandırılmıştır. Bu sayede önemli bir kültür mirasının
korunmasının yanı sıra, kentin turist potansiyeli de arttırılmıştır.
Bergama için yapılacak bir alan yönetim planından
beklediğimiz, kapsamlı bir plan tasarımı çerçevesinde bu önlemlerin daha iyi
bir şekilde koordinasyonunun yapılmasıdır. Bu tür bir tasarıma kısa bir süre
önce akropolise çıkan teleferik projesi gibi projeler de dahil edilmelidir.
Gerçi teleferik, akropolis platosunu otobüs trafiğinden kurtarmış ve
1950’lerdeki yapımı sırasında çok sayıda buluntunun zarar gördüğü yolun
genişletilmesini gereksiz kılmıştır, ama aynı zamanda da hiç şüphesiz teleferik
güzergâhı, akropolün siluetini olumsuz yönde etkileyen ve görsel bütünlüğe
yapılan bir müdahaledir. Ayrıca bu proje daha kapsamlı bir ulaşım ve ziyaretçi
konseptine de bağlanmamış olduğundan teleferiğin turizm için akropolden
yararlanma konusunda uzun süreçli bir çözüm olabileceği şüphelidir.
Prof. Dr. Felix PIRSON
Alman Arkeoloji Enstitüsü - İstanbul
Çeviri: Zeynep YILMAZ
Alıntı adresi:
http://www.aktuelarkeoloji.com.tr/pergamon-antik-kenti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder