1700’lü yılların sonuna kadar, çoğu insan her şeyin eskiden
beri hep aynı olduğuna inanıyordu. Ancak ,18.yy da bununla çelişen çok sayıda
bilgi elde edildi. İnsanlar, bitki ve hayvanların özelliklerinin, çok uzun
zaman içerisinde değişikliğe uğraması gerektiğini ileri sürdüler. Buna evrim
denir.
Kralın Botanikçisi:
Lamarck, boş zamanlarında bitkiler konusunda eğitim aldı,
çok başarılı oldu ve 1781’de Fransa Kralının Botanikçisi oldu. Fransız
Devrimi’nden 10 yıl sonra Paris’te yeni Doğa Tarih Müzesi’ne Profesör olarak
seçildi, orada dersler verdi, gösteriler hazırlayıp sergiler düzenledi.
Fosillerle modern hayvan biçimleri arasındaki farklar dikkatini çekince Lamarck
, bitki ve hayvan türlerinin aynı kalmadığı kuşaktan kuşağa değişikliğe
uğraması gerektiği yargısına vardı. Dünya’nın yüzeyinin uzun yıllar içinde
değişikliğe uğradığını ortaya koyan bilimsel kanıtlardı.
Lamarck, çevreyle başa çıkabilmek için hayvanların
özelliklerinde yaşamları boyunca bazı değişiklikler olabildiğini, sonra da bu
değişikliklerin, o hayvanların döllerine geçtiğini ileri sürdü. Örneğin, bir
zürafanın boynunun, ağaç yapraklarına uzanmasının sonucu olarak, yaşamı boyunca
uzayabileceğini ve değişikliğin bir sonraki kuşağa geçeceğini savundu. Ancak bu
gün bu kuramın doğru olmadığı düşünülmektedir.
Güney Amerika Seferi:
Charles Darwin, Shrewsbury’ de okudu. Aslında papazlık
eğitimi aldı. Ama bu alanda çalışmak onu mutlu etmedi. Bitki bilim ve böcek
bilime büyük bir ilgi duydu. Yetenekleri “John Henslow” adlı bir bitkibilim
profesörünün dikkatini çekti.1831’de, Henslow Güney Amerika’ya araştırma
gezisine çıkan bir keşif heyetinde ona doğabilimci olarak bir yer buldu.
Darwin, yola çıkmadan önce büyük yerbilimci Caharles Lyell’ın çalışmalarını
okudu. Lyell’ın kitapları onun üzerinde büyük bir iz bıraktı; bu kitaplar daha
sonra çalışmalarını da etkiledi.
Darwin’in Buluşları:
Brezilya, Arjantin, Şili, Peru ve Pasifik Okyanusu’ nda
ekvator açıklarındaki Galapagos adalarına uğradı. Kayalık 10 adadan oluşan bu
adaların her birinde farklı bir vahşi yaşam varlığını sürdürüyordu.
Darwin, yol boyunca bitki, kuş ve hayvan örneklerinin
dışında kaya ve fosillerin de bulunduğu büyük bir koleksiyon oluşturdu. Ayrıca,
yolculuk sırasında gördüğü her şeyle ilgili ayrıntılı notlar tuttu. Sonra
topladığı bu malzemeyi, özellikle de Galapagos Adaları’ nda yaptığı gözlemleri,
evrim kuramının biçimlendirirken kullandı. Sefer heyeti, 1836 yılının Ekim
ayında İngiltere’ye döndü. Darwin, bunu izleyen 20 yılı bulgularını kaleme
almakla geçirdi. 1858′ de, benzer düşüncelere sahip Alfred Wallace’in yazdığı
bir kitabın ilk müsveddeleri eline ulaştı. Düşüncelerini birlikte geliştirdiler
fakat bu işte Darwin’in rolünün Wallace’ın kinden daha büyük olduğu
anlaşılmıştır.
Darwin 1859′ da, evrimle ilgili kuramlarını ortaya koyduğu
Türlerin Kökeni adlı kitabını yayımladı. Kitap kısa sürede başarı kazandı. Fakat
yeryüzündeki yaşamın başlangıcı ile ilgili geleneksel inançlara meydan okuduğu
için büyük bir gürültü de kopardı. Kitapta yer alan devrimci düşüncelerinden
biri, canlı olan her şeyin milyonlarca yıllık bir zaman dilimi içinde evrime
uğradığı düşüncesiydi. Bu, dünyanın altı günde yaratıldığı ve o zamandan beri
değişmeden kaldığını ileri süren dinsel öğretiyi kabul etmemek demekti. Bugün
çoğu bilim adamı biyolojik değişmeyi açıklamak için değişik ölçülerde Darwinci
kuramda yararlanmaktadır. Fakat buna rağmen kuramda bir takım değişikler
yapılmaya da devam edilmektedir. Ancak, dinsel gerekçelerle Darwin’in
düşüncelerine bugün de karşı çıkan kimi insanlar yok değildir.
Charles Darwin
Doğal Seçilim:
Darwin; canlı varlıkların yiyecek ve barınak için
birbirleriyle yarışmak zorunda olduklarını gördü. Her türün içinde, kimi
bireylerin rastgele bir biçimde özelliklere sahip olarak doğduklarını fark
etti. Ona göre, böyle bireylerin soyundan gelenler, zaman içinde genelleşen bu
özellikleri kalıtım yoluyla alır. Türün söz konusu yararlı özelliğe sahip
olmayan bireylerinin yok olup gitmeleri daha olasıdır. Böylece kuşaklar
geçtikçe türün tamamı çevreye uyum sağlar. Doğal seçilim denen bu süreç, gümüş
renkli benekli gece kelebeklerinin 19. yüzyılda ortaya çıkan çevresel değişime
uyum sağlayış biçimlerinde izlenmektedir.
Başlangıçta gümüş renkli benekli gece kelebekleri,
renklerinden dolayı parlak ağaç gövdelerine uyum sağlamış durumdaydılar. Fakat
kirlilik yüzünden ağaçlar kararınca, görülmeleri kolaylaştı ve kuşlara av olma
olasılıkları arttı. Daha koyu renkli bireylerin kuşlar tarafından görülme
olasılığı düşüktü; bu nedenle onlar daha kolay hayatta kalabildiler. Bu, daha
koyu rengi döllerine aktardılar ve sonunda türün tamamının rengi koyulaştı.
Kaynak:
Tubitak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder